Tarafsız haber için doğru adrestesiniz. Haber, Haberler, güncel haberler, internet haber,son dakika haberleri, ogaste.com farkıyla takip edin. En son haberlere bizimle ulaşın.
Yasal Uyarı: Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır. -
Copyright© 2006-2024 Tüm hakları saklıdır.
HABER YAZILIMI ve
TURKTICARET.NET projesidir
Yılmaz Ekinci
İmarsız mi̇marlığa Evet mi̇ / Hayır mı ?
İmar, insanın kainata karşı giriştiği inşa faaliyetlerini ifade eder. İnsanın kendisine, doğaya ve diğer varlıklara karşı gösterdiği biricik kimliği imar ve inşa faaliyetidir. Kimlik, sadece doğuştan bir ırktan geldiğimizin ifadesi değildir. İnsanın değerini belirleyen şey, insanın kainata eklediği ve kainatla olan ilişkisinin boyutudur. Şehircilik, bir insan topluluğu yeteneğinin ulaştığı estetiksel merhalesinin derecesini gösterir. Her inşa faaliyeti imar olarak görülmez. İmar bir yeri şenlendirme, canlandırma ve bayındır anlamına gelirken maalesef günümüzde ise bu niteliklerinde arınmış haldedir.
İnsanların doğayla kurduğu ilişkinin derecesini mekânsal alana bakarak teşhis ve değerlendirmede bulunabiliriz.
İmar veya şehircilik sadece “konut” veya "barınmak" olarak anlaşılmasın! Bunun ötesinde bir anlama sahiptir. Mimarlık bir toplumun medeniyet seviyesini gösteren yegane göstergedir. Bu gösterge, o toplumun kendisine ve çevreye olan bakışını yansıtır. Netice olarak şehircilik insanın doğaya ve kendisine olan saygısının bir ifadesidir. Oturduğunuz ev, gezdiğiniz sokak ve yaşadığınız yer sizi yansıtır.
Mekansal planlama /yer seçimi açısından günümüz homosapiensin atalarına göre daha geride olduğunu kolaylıkla ifade edebiliriz. Atalarımız en azından yerleştikleri yeri besin çeşitliliğine, suyun kalitesine, toprağın yapısına, meteorolojik değişkenliklere, can ve mal güvenliklerine göre seçtiklerini biliyoruz.
Tarihsel açıdan insanların yerleşim tercihlerine baktığımızda, ovaları, sel taşkınlık havzaları, aşırı rüzgar alan yerleri, güneş ışıklarının az geldiği kuzey yamaçlarını pek rağbet etmediklerini görüyoruz.
Günümüz insanı ise teknoloji sayesinde konformizm dairesinde hareket ederek doğaya meydan okuyor. Bunu da başarı olarak görüyor. İklim, biyoçeşitlilik ve diğer varlıkların yaşam alanlarını yok ederek konforunun süreceğini düşünüyor.
İmar faaliyetlerine varlığın dört ana unsuru açısından yaklaştığımızda atalarımızın bizden daha ileride olduklarını görüyoruz. Atalarımız suya, havaya, toprağa (iktisadi varlıklar) ve ateşe (enerji kaynakları) göre yer seçiminde bulunduklarını arkeoloji ilmi bize söylüyor.
Şehircilik anlayışını varlığın bu dört ana unsuru açısından değerlendirdiğimizde;
-Su açısından, bütün medeniyetlerin su havzalarında kurulduklarını görüyoruz. Suyun olmadığı ve az bulunduğu bir yerde yerleşim yerlerinin olmadığını biliyoruz. Çünkü su yaşamın kaynağıdır. Su, sadece bir ihtiyaç maddesi değildir, aynı zamanda estetiksel kültürün ana öğesidir. Deniz, nehir ve göl kenarında kurulan kentlerin cazibeye sahip yerler olduğu herkesin malumudur.
-Toprak açısından yerleşim yerlerine baktığımızda; bütün medeniyetler verimli ovaların etrafında gelişip serpilmişlerdir. İnsanlar temel besin ihtiyaçlarını karşılayan ovaları, deltaları ve verimli yerleri “toprak ana” diye kutsayıp korumuşlardır. Gelişmiş ülkelerin verimli arazilerini koruduklarını, gelişmemiş ülkelerin ise korumadıklarını görüyoruz.
-Hava (metereolojik) açısından yerleşim yerine baktığımızda; atalarımız havası temiz, yeşilliği ve oksijeni bol ve latif olan yerleri mekânsal olarak bellediklerini görüyoruz. Oysa günümüzde bu durum tersyüz edilmiş haldedir. Sanayileşme ile birlikte “havası kötü olan yerler gelişmiş ve havası güzel olan yerler ise gelişmemiz (!)” sayılıyor.
-Ateş, burada terminolojik anlamda, enerji ve lojistik kaynaklar açısında mekânsal gelişmeye baktığımızda; insanların daha çok orta kuşak ve sıcak bölgeleri (Akdeniz havzasını) seçtiklerini, Kuzey ve Güney kuşağına doğru gidildiğinde yerleşim yerlerinin azaldığını görüyoruz.
Mekânsal planlamayı bu dört ana unsur üzerinde konumlandırmayan her anlayış sorunludur. Günümüz şehircilik anlayışı bu açıdan sakattır; yapaydır ve hormoneldir.
Doğaya, insana inat bir şekilde- varoluşsal gerekçeye meydan okuyarak- kurulan yerleşim yerleri insanı kendisine yabancılaştırırlar.
Günümüz imar anlayışı her şeyi tersyüz etmiş haldedir. Yapılar dikey olarak yükselirken, yaşam çoşkusunu besleyen değerlerin ayaklar altında yok olması düşündürücüdür.
Günümüzde insanlar sadece bir ev ve bir iş için bütün ömürlerini harcamaktadırlar. Bu anlayışın kapitalist mantığın doğal bir sonucu olduğunu idrak bile edemiyorlar. Bu aslında biraz da insanların suçudur. Mekansal açıdan baktığımızda, hepimiz bu çok katlı ve insan fıtratına meydan okuyan bu imarsız mimarlığa adeta gönüllü nefer olmuş haldeyiz. Bu mesele sadece arz/ talep meselesi değildir. Adam kendisinden sonra (sonrası ne olacaksa) çocuklarına değerli bir şey (!) bırakarak göçmek istiyor. Maalesef değerli olan şeylerin sahiplenilmediği ve değersiz olan şeylerin kutsandığı bir çağda yaşıyoruz.
Değerli şeylerin değersizleştiği ve değersiz şeylerin ise değerleş(tiril)diği bir dünyada yaşadığımızı unutarak hareket etmenin sancısını insanlık olarak topluca çekiyoruz. Örneğin birisi 70 yıl önce suyun parayla alınıp satılacağını söyleseydi, mutlaka o kişi o gün alaya alınırdı. Ama bugün herkes bunu kanıksamış haldedir.
Neye inanıyorsanız, o şey sizin gerçeğiniz olur.
Bugün yaşadığımız yerlere baktığımızda, araba uğultusundan uzak kalabileceğimiz ne bir yer ve ne de yürünecek bir yolumuz var. Herkes spor salonlarına veya yürüyüş bandlarına sarılarak/para harcayarak sağlıklı kalmaya çalışıyor. Haklıdırlar. Çünkü yollar, sokaklar insanlar için değil araçlar için tasarlanmış haldedir. Şehilerde yürünecek bir yol, yeşil bir alan bırakılmadı. Temiz havaya gelince, tıpkı suyun poşetlenip satıldığı gibi o da çok yakında oksijen tüplerinde alınıp satılacak bir nesneye dönüşeceği kesindir. Bundan hiç şüpheniz olmasın!
Zenginler, havayı ve suyu kirletiyorlar; fakirler ise kirli suyu ve zehirli havayı soluyorlar. Buna da kalkınma (!) diyorlar. Kimse bu kalkınmanın içeriğini sorgulamıyor ?! Çünkü onlar bize fabrikalarda, ofislerde veya evlerde "çalışın, üretime katılın" diyorlar. Oysa kendilerini doğanın temiz kucağına, bizlere de o çok sevdiğimiz “beton tabutlara sahip olun” diye bizleri ömür boyu borçlandırarak buna teşvik ediyorlar.
Doğadan izole edilmiş bir mekânsal planlamanın “plan” olmadığını m aalesef günümüz insanı bunu bile düşünmek istemiyor.
Hayatın kendi ontolojik anlamından koparılması kadar hazin bir şey yoktur!
Velhasıl, imarsız mimarlığa evet mi / hayır mı bu tercih sizin ?..