Tarafsız haber için doğru adrestesiniz. Haber, Haberler, güncel haberler, internet haber,son dakika haberleri, ogaste.com farkıyla takip edin. En son haberlere bizimle ulaşın.
Yasal Uyarı: Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır. -
Copyright© 2006-2024 Tüm hakları saklıdır.
HABER YAZILIMI ve
TURKTICARET.NET projesidir
Yüksel Baysal
Türk milliyetçileri APO’ya kucak mı açıyor?
APO ile temas kurma düşüncesi ilk ortaya atıldığında MHP eski ilçe başkanlarından biri şu yorumu yaptı:
“Devlet Bahçeli diyor ki, biz beceremedik gel sen PKK’yı bitir!”
****
Gelişmelere bakıyorum da, küçük dilimi yutacak gibi oluyorum.
Yıllar boyu ağırlıklı olarak Kürt sorunu üzerine siyaset yapan HADEP-HDP-DEM çizgisi ile uygarca ilişki sürdüren solculara ağız dolusu hakaret eden MHP’liler neden bu kadar suskun?
Dünyada bütün sosyal demokratlar, solcular ezilenden, kendini dışlanmış hissedenden yanadır.
Bu nedenle onların hoşgörülü tavrı anlaşılabilir
Altı okun milliyetçilik vurgusuna bakarak CHP’yi Atatürk ilkelerinden ödün vermek, hatta Atatürk’e ihanet etmekle suçlayan başta bizim İsmet Büyütataman olmak üzere mangalda kül bırakmayan ülkücüler nerede?
****
Bu süreci doğru anlamak için biraz geçmişe dönmek lazım.
Türk milliyetçiliği düşüncesi, tıpkı diğerleri gibi Batı’dan ithaldir. Fransız milliyetçiliğinin yaydığı dalganın Osmanlı kıyılarına ulaşmasıyla başlamıştır; Rusya’da yaşayan aydınlar ise taşıyıcı anne olarak görev yapmışlardır.
Atatürk milliyetçiliği yerli ve millidir ama NAZİ Almanya’sı ile iş tutan Nihal Atsız-Türkeş milliyetçiliği dış mihrakların emrinde değilse bile bağlantılıdır.
O Türkeş ki, sonraki süreçte Amerika Birleşik Devletleri’nde özel harp eğitimi almış, CIA yöneticileriyle aynı menzile yürüyen bir hareket ortaya çıkarmıştır.
Komünizm ve Sovyetler Birliği ortak düşman olunca doğal müttefik konumunda gelmişlerdir.
Kuşkusuz milliyetçilerin, ülkücülerin büyük çoğunluğu yerli ve millidir ama yönetici düzeyinde bunu söylemek çok mümkün mü, soru işareti!
Çünkü hem o gün hem de gelinen noktada Amerika-İsrail projesiyle uyumlu bir dış ve iç politika izlenmesi başka türlü nasıl izah edilebilir?
****
Küresel güçlerin verdiği rolün baş oyuncularından biri de Sırrı Süreyya Önder’dir.
DEM Parti, eş genel başkanlarını APO’ya göndermek isterken, araya giren ‘Devlet’ kendi güvenilir elemanlarının aracılık etmesine karar verdi.
Adaya ayak basmadan önce ‘solcu’ Süreyya Önder Atatürk ve Cumhuriyet aleyhine bir demeç patlattı ki, Tayyip Erdoğan ve ekibini mutlu etti.
O sırada Atatürk’ü ağzından düşürmeyen Devlet Bahçeli ile MHP’liler yine suskunluk sarmalındaydılar.
Onların gücü Sinan Ateş’e yetti diyeceğim ama en az 500 İYİ Partili ülkücü, itiraz eden gazeteciyi de dövdürdüklerini de ifade edeyim ki fotoğraf eksik kalmasın!
****
Bir kesimin yandaş, tetikçi, lağım, eklemlenmiş, havuz medyası diye tanımladığı medyaya gelince, onlar terörist başı dedikleri APO’ya ‘İmralı’, PKK'lı katillerin ele başlarına da ‘Kandil’ demeye başladılar.
****
Bana gelince, ulus devlet çizgisinden ödün verildiği anda Türkiye Cumhuriyeti’nin çöküşe doğru hızla yol alacağını düşünenlerdenim.
Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Irak, Lübnan deneyimleri bize bunu anlattı.
Ev üzerine ev nasıl olmuyorsa, devlet üzerine devlet olmaz, yürümez; bu net!
İKİLİ HUKUK ÜLKEYİ ÇÖKÜŞE GÖTÜRÜR
Daha önce de sözünü etmiştim, 1913 yılında yaşama gözlerini kapatan Ebuzziya Tevfik’in “Yeni Osmanlılar Tarihi” kitabını okumaya devam ediyorum diye.
Bizzat içinde bulunduğu hareketin tarihini bütün ayrıntılarıyla yazan Tevfik’in satır araları müthiş…
Şimdi birilerinin Türkiye’nin önüne koymaya çalıştığı çok hukuklu sistemin sonuçları inanılmaz kötü…
****
Bir örnekle anlatayım.
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi Osmanlı aydınları sürgüne gitmektense Avrupa’ya kaçtılar. Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle Hürriyet ve Muhbir diye iki ayrı gazete çıkardılar.
Bunlar yurda nasıl sokuluyordu biliyor musunuz?
Osmanlı devletinin denetleyemediği postaneler yoluyla…
Evet evet, her ülkenin bu topraklarda kendi haberleşme sistemi vardı.
Yurt dışından gönderilen ve Beyoğlu’nda Fransız vatandaşı bir kitapçının vitrinine asılan Hürriyet gazetesini oradan aldıran dönemin yetkilileri (İçişleri bakanı emir veriyor, kaymakam o gazeteyi vitrinden indirtiyor) gidip o kitapçıdan özür dilemek zorunda kalıyor.
Sonra ne oluyor, onu da anlatayım.
Hürriyet gazetesini okumak için o kitapçının vitrininde İstanbullular kuyruk oluyor.
Osmanlı devleti durur mu, onun da önlemini şöyle alıyor:
“Daha sonra Hüsnü Paşa’nın (Zaptiye Nazırı/İçişleri Bakanı - Yüksel Baysal) Türkiye’de ilk defa kullanmayı akıl ettiği sivil memurları dükkana girip çıkanlarla, önünde birikip gazeteyi okuyanları takibe başlamış ve belaya uğratılmışlardı. Bu durumun öğrenilmesinden sonradır ki, değil oradan gazeteyi okumak, sokağın o tarafından geçen bile olmamıştı.”
(Ebuzzıya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, Hürriyet yayınları, Mart 1973, sayfa 232).